şiirler

BU ŞEHİR...

Islak sokaklar mevsimindeyiz artık…
Bu kalabalık şehre hüzün yağar bu zamanlar…
Yalnızlık yağar caddelerine…
Darmadağın saçlar, ıslanmış yüzler hep yere bakar…
Kahveleri bile dert yüklenir…
Çayları daha bir demli…
Unutulan sevgililer hatırlanır veya sevgililer unutulmaya çalışılır…

Bu mevsimde vitrinleri az sulu rakı gibidir bu şehrin…
Her adımın yalnızlığa uzanır….
Yine de hızlı adımlar atılır, koşulur bu sokaklarda…
Herkes kendi türküsünü söyler yüzünü buruşturarak,
Herkes kendi hikayesini en acıklı sanır…



Kendisi koca bir yalanken gerçeği arar bu şehir…
Sokakları gibi evleri de acı doludur, gözyaşları taşar pencerelerinden…
Geceleri gerçeklerini saklar da, her gün başka bir maske takar insanları…
Hayatları vardır anlatıkları, bir de tek başına kalınca yaşadıkları…


Aşkları bir damla gözyaşında boğulur bu şehrin…
Onun için geceleri yeni hayatlar yazılır kimsenin bilmediği zamanlara…
Onun için kimse üzülmez gidenlere, ve acır geride kalanlara…
Herken kendi türküsünü söyler bu şehirde, sadece kendi acısına ağlar…
Herkesin tiyatrosudur bu şehir, herkesin en yalandan sahnesi…
Ve onun için bulunmayı bekler bu şehrin denizlerinde incilerin en sahtesi…



Yine de yalan olduğunu bile bile hergün aynı oyunu oynar bu şehrin insanları…
Herkes kendi hikayesini en acıklı sansan da, her geceyi pembeye boyar gündüzün yalanları



Bu mevsimde vitrinleri az sulu rakı gibidir bu şehrin…
Her yudumun yalnızlığa uzanır….
Yine de hızlı adımlar atılır, koşulur yalnızlığa…
Herkes kendi türküsünü söyler yüzünde bir maskeyle,
Herkes kendi hikayesini en acıklı sanır

++++++

Dün gece bir aşkı gömdüm derine
Dün gece sessizce öldüm…
Gözlerimi kapattım yine dün gece…
Uyumadan düşümde seni gördüm

Sensiz olan bu şehir
İstemem aşksız olsun
Sensiz olan bu aşk…
İstemem bensiz olsun…

ABDULLAH ÖZDOĞAN




BİLSEYDİM BÜYÜMEZDİM

Acı veriyor bugünü yaşamak, bilseydim büyümezdim.

Vefa var, sadakat gerçek ve aşk müspet sanırdım

Kapılarımı her çalana açardım da, her kapıyı utanmadan ben çalardım.

Tek başıma kaldım bu koca denizde, tek kürekli bir sandalda.

İşte bir zamanlar ben böyleydim.

Büyüdüm, öğrendim. Böyle değilmiş.

Bilseydim büyümezdim, çünkü büyümesem bilmezdim.

* * *

Aşk denen şeyin nasıl yok olduğunu gördüm.

Namusun yok olduğunu, vefanın hiç olduğunu, ihanetin p**** olduğunu bildim.

Bilseydim büyümezdim, çünkü büyümesem bilmezdim.

Çünkü ben küçükken hiç ihanet denizinde yüzmezdim.

Bilseydim büyümezdim, çünkü büyümesem oralarda gezmezdim.
* * *

Dost denenin cellat olduğunu, güneşin mum ışığında solduğunu gördüm.
Elinde kalbi, cebinde namusu, aklında sus pusu gördüm.

Aşkını paraya tahvil edenleri, onurunu mezara gömenleri gördüm.

Keşke görmez olaydım, çocuk kalaydım.

Bilseydim büyümezdim, çünkü büyümesem bilmezdim.


* * *

Beni nasıl kandırdıklarını gördüm, beni nasıl inandırdıklarını.

Sadece gerçek benimmiş, en iyi onu gördüm.

Göze kalem çeken acılar, akla zincir vuran yaralar gördüm

Varlığını satan yoksullar, yokluğunu satan zenginler gördüm

Keşke görmeseydim.

Bilseydim büyümezdim, çünkü büyümesem görmezdim.


* * *

Sabır emlakçılarını, ihanet şakşakçılarını gördüm.

Arkadaşını sevenlerden daha makbul, sevgisini satanları gördüm.

‘Bizler’ ve ‘sizler’ diye bizi bölenlerin aslında ‘onlar’ olduklarını gördüm.

Şikayete hakkım yok, sustum, tam ortasında durdum

Yaşamak haram oldu, nefes alırken öldüm.

Bilseydim büyümezdim, çünkü büyümesem ölmezdim.


SÖZ:

Bilseydim büyümezdim, büyümesem bilmezdim

Bilseydim büyümezdim, büyümesem ölmezdim


ABDULLAH ÖZDOĞAN






TIRTIL

Hepimiz birer tırtıldık önce…
Kelebek olmak ve uçmak umuduyla gözlerini açan
Ve gökyüzü nedir bilmeyen fakat onun özlemiyle yanan…

Hepimiz birer tırtıldık önce…
Kelebek ne demek bilmeden, kelebek olmayı düşleyen…
Kanat nedir bilmeden, kanatlarını özleyen…

Hepimiz birer tırtıldık başlangıçta,
Koca bir ömrün bir gün olduğunu bilmeyen…


Hepimiz birer tırtıldık önce…
Kimimiz daldan düştük, kimimizi kuş yedi...
Kimimizin ömrü bir dal kadardı...
Kimimiz, çabaladık, süründük dal nedir bilmeden…

Hepimiz tırtıldık başlangıçta kelebeğe dönüşmeyi bekleyen
Bir günü bir ömür zannederdik.
Ömrümüzün bir gün olduğunu hiç birimiz bilemezdik.

Hepimiz birer tırtıldık önce…
Kimimiz, kendi kozamızı yedik...
Kimimiz kozamızda öldük, ‘koza’ bile diyemedik...
Hiç birimiz koza nedir, bilemezdik…

Hepimiz birer tırtıldık önce...
Kimimiz ölüydük daha sonra.
Pek azımız kelebekti bir gün yaşamak için...
Hepimiz tırtıldık ama...
Pek azımız kelebek...
Hepimiz tırtıldık başlangıçta...
Birimiz kelebek....


İlk ölenle, son ölen arasında bir güneş doğumu fark vardı...
Hepimiz tırtıl olarak öldük, sadece birimiz kelebek...
Hepimiz doğan güneşi bir defa gördük,
Birimiz daha mutluydu iki defa ölerek...

SÖZ:

Bazen bir ömür bir gündür
Bazen bir günde hayat biter
Tırtıl kelebek olamasa da
Umudu ona yeter.

ABDULLAH ÖZDOĞAN





DÜĞÜM

Ruhuma bir düğüm attım tam ortasından…
Ve en büyük aşkımı boğdum bir kaşık suda…
Su da bulandı, yok oldu ölüm korkusu da…
Aradığım sudaki ayak izlerindi belki…
Belki bulutlar arasından bekledi kalbim bir bakış…
Bitti…
Olmayan aşkın bitti, bana kaldı can havliyle yakarış.
Boyu bir karıştı aşkımın, tek derdi kazanamayacağı bir yarış…

+++++

Ruhuma bir düğüm attım ortasından…
Bana sensizlik, sana sessizlik kaldı…
Tek başına yaşadığım hayatlarım vardı ruhumun en derininde…
Benden hiçbir şey alamadın, en derinimde yine o kaldı.

++++++

Kalbime bir kurşun attın tam ortasından…
Farketmezdi, sen kendine attın.
Farzet ki su boğar, ateş yakardı…
Farzet ki, aşk suyumdu, sevgi ateşim…
Bir kez daha yandım en fazlasından…

+++++

Ruhuma bir düğüm attım en ortasından, aşkıma bir ölüm…
Bir damla suya muhtaçtı en yangınlarım…
Okyanusun ortasında bir damla gözyaşını bekledim ellerim semada…
Tek bir damla yaş düşmeden gözlerimden, onun için ağlarım…

ABDULLAH ÖZDOĞAN



PARANTEZ

Ben bir parantez açtım hayatıma...
İçine ne yazdığımı hiç sormayın...
Yazdıklarım benim, yaptıklarım sizindir...

Ben bir ünlem koydum hayatıma...
Neresine diye sormayın...
Şaştıklarım benim, kabul ettiklerim sizindir...

Ben bir virgül koydum hayatıma...
Durduğum yer benim, gittiğim yer sizindir...

Ben bir tırnak koydum hayatıma...
İçindeki benim, dışındaki sizindir...

Ben bir nokta koysam hayatıma...
Ölüm benim, hayat sizindir...

ABDULLAH ÖZDOĞAN



BENİM HAYATLARIM

Birbirinden nefret eden hayatlarım var benim...

Beynimin “ez” dediğini bağrına basan, aklımın “görme dediğini” hafızama kazıyan hayatlarım...

Sizin de vardır belki...

Siz de birkaç kişi yaşarsınız tek bedende...

Ne zamanlar olmuştur k elimi kaldırmak için üç kişiyle beynimde kavga ettiğim...

Dingin bir sabaha uyanmak için tek kişi olmak lazım belki de bir beyinde...

Aynı anda hem kazanan hem kaybeden hem de umursamayan biri olmak ne demektir belki siz de bilirsiniz...

Kutbu keşfeden kaşifin mutluluğuyla portakalı hiç tatmayan ama elinde bir kasa portakal olan bir vahşinin umursamazlığı aynı bedende birleşirse ne olur bilirsiniz belki de...

Canı okumak isteyen birinin elindeki kitabı yırtan biriyle aynı bedende yaşamasının ne demek olduğunu da en iyi ben bilirim bana göre...

Çok yaşadığım hayatlarım var benim birden fazla...

Ve belki de hiç yaşamadığım onlarca...

Hırslarım beni tüketirken hayatta kalma azmim yeniliyor...

Her gün akşam ölmek ve her sabah birkaç kez yeniden doğmak ne kadar zor belki bilirsiniz...

Bir delinin en deli düşleriyle bir ermişin sabrının bir arada yaratacağı sancıyı da bilirsiniz belki...

Bilirsiniz eminim, umarım, bi ihtimal...

Bilirsiniz...

Eğer bilemezseniz, özür dilerim...

Bu anlattığım siz değilsiniz....

ABDULLAH ÖZDOĞAN




SONSUZA KADAR...

İlk gördüğüm sendin, son gördüğüm bir yabancı
Hani bir yastığımız olacaktı, bu ikinci yastık kimin?
Sen, ruhumdaki son sancı…
Gidiyorsun ama ruhuma kazındı ismin….

Sen ‘evet’ dedin, ben ‘sonsuza kadar’…
Oysa ki bir evin eşyalarını paylaşmak değildi benim amacım.
Bir hayatı paylaşacaktık seninle, bir ölümü…
Sen silersin belki ama, ben nasıl unuturum dünümü…

Eşyalarımı topladığım valiz kadar küçüktü ömrüm
Ve bir aşkı paylaşmayı göze alacak kadar da büyük.
Şölen masalarında yalnız kalmaktansa,
Bir fakir sofrasındaki mutluluğumdu ekmeğim bir dilimini böldüğüm.

Ben gidiyorum şimdi, sen kalarak terk ediyorsun.
Hani iyi ve kötü günde birdik, hani bu yuvayı sonsuza kadar sevecektik?
Senin sonsuzun dün bitti, benimki halen sonsuza kadar…
Keşke bana ‘seviyorum’ demeseydin, kandırmasaydın beni bu kadar…

Şimdi bana git diyorsun, bitti diyorsun…
Sen benim hayatımdın, kaderimdin.
Kaderimin sonuna mı geldim, hayatım mı bitti?
Benimki devam ediyor ama senin sonsuzun burada bitti.

Bu masayı hatırlıyor musun, ilk defa kahvaltı ettiğimiz…
Ya ilk filmi sarılarak beraber seyrettiğimiz?
Ben gidiyorum sadece ikimizin şarkısını alarak…
Hani hayatımızdı bizim şiirimiz, her gün bir mısra eklediğimiz?

Niye gözlerin şimdi bir başka bakıyor?
Niye hatırladığım en güzel sözlerin beni yakıyor?
Yuvamızın çatısı yıkıldı görmüyor musun…
Şimdi yeni bir gökyüzü sana bakıyor…

Şu yıldızı hatırlıyor musun gökyüzündeki.
İkimizin yıldızıydı her gece hayale daldığımız.
Bir de onu alıyorum giderken yanıma.
Her gece ben seyredeceğim yıldızımızı tek başıma, binlerce defa çalarken şarkımız…

Ben bu kapıdan ve hayatından şimdi çıkıyorum.
Şarkımızı ve yıldızımız alarak.
Benim olduğun her dakika için teşekkür ediyorum.
Sen ise beni terk ediyorsun burada kalarak.

Ve sonsuza kadardı benim aşkım, yeminim.
Yine de sonsuza kadar sürecek.
Aşkım, evim kabe’mdi benim.
Yavrumu sana emanet ediyorum tek aşkım, son sevgilim…



ABDULLAH ÖZDOĞAN

Hiç yorum yok: